İnsanları A noktasından B noktasına taşımaktan ibaret bir işleve sahip bir vasıta, nasıl bu kadar çok imgeye sahip olabilmiş ki? Muhtemelen başka hiçbir toplu taşıma aracına bu kadar sık rastlamamışızdır kitaplarda ve filmlerde. "Lokomotif artı birtakım vagonlar" eşitliğinden fazlası olmuşlar, nasıl becermişler bilmiyorum ama hep şiirsel ve sinematografik olmuşlar: Trenler...
Mesela Memleketimden İnsan Manzaraları'nın koca iki cildi trende geçmiş. Nazım Hikmet, Haydarpaşa-Ankara treninde memleketin çeşitli sınıflarından-bölgelerinden insanları buluşturarak diyalektik bir şiir evreni yaratmış. Mesela Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filminde vagonlar, kasabalarından dışarı çıkamayan çocukları hayallerine ulaştırabilecek olan bir masal trenine dönüşmüş (Ahmet Uluçay'ın kısa filmlerinde de bir hayal nesnesidir tren)... Edip Cansever, Mendilimde Kan Sesleri şiirinde trenlerin kullanışlı olmasıyla yaşamlarımızın hayalsiz olmasını benzeştirmiş, garların -tıpkı memleket gibi- dağılmış pazar yerlerine dönüştüğünü dile getirmiş. Angelopoulos filmlerinde tren, ülkelerinde sıkışmış çocukların kaçışlarına yardımcı olmaya çalışmış, kullanılmayan tren kompartımanları mülteciler için ev olmuş, tren düdükleri insan çığlıklarını, haykırışlarını yansıtmış... Onur Ünlü'nün tren sesleriyle sona eren Beş Şehir filminde, Eskişehir garına yaklaşan raylarda son bulmuş iki yetişkinin yaşamı ve karşılıksız bir aşk...
Ne diye sıralıyorum bunları? Yaşanmışlıklar ve bilinçdışının ortak çabasıyla üretilen sanatsala karşı işleyen bir mekanizmayı işaret etmek için. Niyetim; nesnesi tabela, mesajı yasak olan yukarıdaki fotoğrafın bu eserler ile yarattığı kontrastı ifade etmeye çalışmak... "Uğurlayıcıların bilet kontrol noktasından ileriye geçmesi yasaktır"mış!.. Şiirlerimizi de X-Ray cihazına bırakalım mı?
Eskişehir garında, peronlara doğru giden altgeçidin ortalarındaki kontrol noktasında karşılaşılan bir uyarı bu. Aynı "erişim yasağını", İzmit ve Ankara garlarında da görmemiz mümkün tabii ki. Kontrol noktasından geçmeden önce uğurlayıcını, mesela sevgilini, bu tabelayla baş başa bırakıp ilerideki yürüyen merdivenden süzülürken birkaç saniye el sallayabilirsin. O çok hoşuna giden romantik film sahnelerindeki gibi olmayabilir her şey ("O dediğin filmlerde olur")... Son ana kadar tren kapısı önünde durarak sarılıp koklaşan bir çift olmamıza izin vermiyor TCDD yetkilileri.
Anılara yer yok artık istasyonlarda, istasyonlar artık dağılmış pazar yerlerine bile benzemiyor. Garda bekleyen bir yük vagonunun üstünde içerdik biz arkadaşlarla. Şimdi ne yük treni duruyor burada ne de bilet almadan birkaç peron öteye geçebilmen mümkün. Koca sepetleriyle trene binip pişmaniye, erik, simit satan satıcılara rastlamaz olduk. Bir sallama çay için bozuk paralarımızı sömürmek isteyen servis arabaları aldı yerlerini. Sadece Yüksek Hızlı Tren'ler var artık Eskişehir-İstanbul arasında. Bundan 3-4 sene öncesine kadar severek bindiğimiz Boğaziçi Ekspresleri, Anadolu Ekspresleri yok. Pek ucuz ve pek tehirli Doğu Ekspresi, Ankara'nın yukarısına çıkmıyor.
"Kitap kokusu" diye tutturup e-kitap teknolojisine karşı çıkma romantikliği mi yapıyorum? Bilmiyorum, ama hayır ya, maddi bir sorundan da bahsediyorum. 2010'da Eskişehir'den İzmit'e 3.5 liraya gidebildiğimi hatırlıyor, şimdi aynı yolculuk için YHT biletine 35 lira ödememi karşılaştırıyorum. 2014 Temmuz'dan beri açık olan Eskişehir-İstanbul hattında seyreden YHT'lerin hiçbir köy -ki mahalle oldular ve kasaba istasyonunda durmadığını, böylece onlarca istasyonun işlevsiz kaldığını da eklemek istiyorum. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce yaptığı açılışta bunlardan hiç bahsetmemişti şimdiki cumhurbaşkanı. 2012'den beri (demiryolları yenilendiği için) pahalı otobüslere binmek zorunda olan öğrencilerden, köyde-kasabada yaşayanlar için trenin öylece geçip giden bir şey haline gelecek olmasından, sevgililerin tren hareket ederken bakışamayacağından, kaybolan satıcılardan... "Memleketimden İnsan Manzaraları'nın iki cildinin bu YHT'lerde geçtiğini düşünebiliyor musunuz" diye sorsa kitleden "Eveeet" cevabı gelir miydi acaba?
Yıllarca ucuz ve güvenli diye bildiğimiz raylar birden artı değer üretmeye başladı, bayramlarda bizi köydeki büyüklerimize bağlayan "çufçuflar" kırsal hayatları teğet geçiyor, garında-raylarında hayal kurabildiğimiz bu yolculuğun yerini sıkıcı "transferler" aldı... Gardan aldığımız bileti birkaç adım ötedeki kontrol noktasında tekrar göstermek, ayrıca kimliğimizi de çıkarmak, bu arada çantalarımızı taratmak ve hızlı ve de kâr getirecek bir yolculuk yapmak zorundayız. Diyorlar ki garlar tamamen kompleks yapılar olarak yenilenecekmiş. Yani bırak şiiri, üzerine düz yazı yazmaya bile değmeyecekmiş. Bu garlar için sadece uyarı tabelası metinleri hazırlanması uygun olurmuş...
Artık uğurladığımız sevgilimizi X-Ray cihazına yakın bir yerlerde bırakmamız gerekiyormuş...
-Hadi çabucak git, çabucak gel... Daha tüketeceğimiz çok şey var...
*Aylık popüler edebiyat dergisi OT'un Temmuz 2015 sayısındaki Ayrıntı Çekim köşesi için hazırlandı oğlum murat duralın yazısı 22*7*2015